Romanya. 1994. © Josef Koudelka | Magnum Photos

James Estrin, 20 Kasım 2013.

Salı günü Lens, efsanevi Çek fotoğrafçı Josef Koudelka’yla yapılmış iki parçalı bir röportajın ilk bölümünü yayımladı. Belki de daha çok 1968 yılında ülkesindeki Sovyet işgaliyle ilgili fotoğrafları ve “Gpysies” [“Çingeneler”] adlı ufuk açıcı kitabı ile bilinir. Aperture tarafından yayımlanan yeni kitabı “Wall: Israeli and Palestinian Landscapes” [“Duvar: İsrail ve Filistin Manzaraları”]; İsrail’in, Batı Şeria’dan İsrail’e Filistinlilerin geçişini kontrol etme olarak belirtilen amaçla geçtiğimiz on yılda inşa ettiği bariyeri fotoğrafladığı yaklaşık dört yılın sonucudur. Kitap bir grup projesinin sonucu olarak ortaya çıktı – fotoğrafçı Frédéric Brenner tarafından organize edilen ve Bay Koudelka’yı da kapsayan 11 fotoğrafçının bulunduğu “This Place: Making Images, Breaking Images – Israel and the West Bank” [“Bu Yer: Görseller Oluşturmak, Görselleri Bozmak – İsrail ve Batı Şeria”].

Bay Koudelka, 75 yaşında, 40 yılı aşkın süredir Magnum Photos üyesi. Geçtiğimiz hafta Paris’te James Estrin ile konuştu. Bu konuşma düzenlenmiştir.

S. Fotoğraf dışında sizi etkileyenler kimler veya nelerdir?

C. Dinle, hayatımda veya fotoğrafçılıkta hiç kahramanım olmadı. Sadece seyahat ediyorum, bakıyorum ve her şey beni etkiliyor. Her şey beni etkiliyor. Şimdi 40 yıl öncesine göre oldukça farklıyım. 40 yıldır seyahat ediyorum. Bir ülkede asla üç aydan fazla kalmam. Neden? Çünkü ben görmekle ilgileniyorum ve daha uzun kalırsam körleşirim.

Beni ben yapan şey nasıl doğduğum, ve aynı zamanda fotoğrafçılığın benden ortaya çıkardıklarıydı. Başka insanlar bana “Hâlâ Çek misiniz yoksa Fransız mısınız?” diye soruyorlar. Ben kim olduğumu bilmiyorum – beni gören insanlar kim olduğumu söyleyebilirler. Ben tüm bu sürekli seyahat hâlinin ürünüyüm, fakat nereli olduğumu biliyorum.

Bu yer, doğduğum köy değil, güneye doğru birkaç kilometre ilerideki Güney Moravya, çünkü en iyi şarkılar ve en iyi müzik orada. Bu şarkılar ve bu müzik bu topraklardan geliyorsa ben de buralı olmalıyım.

Al-Eizariya (Bethany), Doğu Kudüs. İsrail-Filistin. 2010. © Josef Koudelka | Magnum Photos

S. Plan yapmayı sevmediğinizi söylemiştiniz. (Renklerle kodlanmış oldukça detaylı bir takvim ve defteri gösteriyor.) Vay canına!

C. Yani plan yapıyorum. Plan yapıyorum. Nereye gitmek istediğimi biliyorum ve ne yapmak istediğimi biliyorum. Aynı zamanda bunu unutacak kadar açık olmayı da seviyorum. Benim için yolculuk esastır.

S. Mühendislik hakkında çok şey bilmem ama bunun fotoğrafçılığınızı ne ölçüde etkilediğini merak ediyorum. Arada benzerlikler var mı? Ya da bu sizin geride bıraktığınız bir şey mi?

C. Mühendis olmayı bıraktığım için çok mutluyum. Uçakları, fotoğrafı sevdiğim kadar seviyorum ama o mesleği yedi yıl boyunca yaptıktan sonra ne yapabileceğimin ve ne yapamayacağımın farkına vardım. Ne tür bir mühendis olduğumu anladım ve benim, bir şeylerin büyük patronu olma arzum yoktu. Fotoğraf çekmeye başladım. 30 yaşındaydım ve 30 yaşında ölmek istemediğimi anladım. Daha ileri gitmek istedim.

Hâlâ fotoğrafçılıkta ne kadar ileri gidebileceğimi bulmaya çalışıyorum. Sınırların farkına varıyorum. Birçok fotoğrafçı 40 yaşında ölür. Ben kendim de şimdiye kadar ölmüş olabilirim. Bu başkalarının söyleyeceği şey. Fakat ben hâlâ fotoğraf çekmeye ilgi duyuyorum ve hâlâ hayata ilgi duyuyorum. Hâlâ devam ediyorum çünkü kendime çok fazla sınır koymuyorum.

Örneğin Bresson ve Klein’ı ele alalım. Henri başladığı anda bitirmişti. Başlangıçta en iyi olma istisnasıyla birlikte. Yine de bazı muhteşem fotoğraflar çekti. Ve Klein hayatı boyunca geniş açı lens kullandı.

Prag’dayken Çingeneleri bir Exacta fotoğraf makinesiyle ve 25 milimetre Flektogon f4 lensle çektim. İçeride genellikle saniyenin 30’da birinde veya daha azında çektim. Bu Doğu Alman 400 ASA sinema filmini toplu yükledim ve bir sıcak film banyosu ilacında gidebileceği yere kadar zorladım. Bazen gece boyu bıraktım. Bazen 3200 ASA’ya kadar.

Negatiflerin öyle bir yoğunluğu vardı ki Gypsies’in ilk sergisini yaptığımda, ikinci bir grup yaptım ve onun negatif kopyalarını yaptım, böylece Magnum arşivindeki her şey kopya negatiflerden basılmıştı.

Daha fazla geniş açıyla çekilmiş fotoğraflara ihtiyaç duymadığımı – aksine bir tekrarın yaklaşıyor olduğunu – anladığımda iki Leica aldım ve bir 35 milimetre bir 50 milimetre lens kullanmaya başladım. Tekniklerin vizyonu değiştireceğini biliyordum – eğer tekniği değiştirirseniz.

Özgürlüğe değer vermemin de Çekoslovakyadaki eğitime dayalı olduğunu düşünüyorum. Bu özgürlük hissini korumak istiyorsunuz ve daha uzağa gitmek istiyorsunuz, böylece kuralı bozmuş olursunuz, evi ortadan kaldırırsınız ve yeniden başlarsınız.

Josef Koudelka/Magnum Photos. Çekoslovakya, Kladno. 1966.

S. Sanırım fotoğrafa başladığımda sizin fotoğrafçılığınız hakkında sevdiğim şey onu kendi kendinize yapıyor olmanızdı.

C. Durum tam olarak böyle. Kameranızı alırsınız, filminizi alırsınız ve her şey sizin üzerinizdedir. Fotoğrafın size verdiği özgürlük budur, fakat bu aynı zamanda büyük bir zorluktur çünkü onunla başa çıkmanız gerekir.

S. Ayrıca fotoğraf her zaman farklıdır. Ne zaman başka bir ülkeye taşınsanız yeniden doğarsınız. Farklı bir şey görüyorsunuzdur.

C. Benim söylediğim de bu. Yazar Bruce Chatwin, Avustralya’daki Aborjinler hakkında, “The Songliness” adlı bir kitapta, aborjinlerin vahşi bir ülkede hayatta kalmaları için birkaç kuralı olduğunu söyler. İlki, bir yerde kalmak intihar demektir. İkincisi; ülkeniz, artık kendinize soru sormadığınız yerdir. Eviniz, ayrıldığınız yerdir ve bir kriz döneminde kaçmanın bir yolunu formüle etmeniz gerekir. Ayrıca, komşularınızla iyi ilişkiler kurmalısınız.

S. Sizi etkileyen kamera formatından bahsediyordunuz. Ara sıra dijitalle de çekiyordunuz. Bu sizi nasıl etkiliyor?

C. Benim için göz önemlidir. Tabii ki kullandığınız teknikler sizi etkiler.

Örneğin, bu panorama film kamerasıyla çekmek hayatımı büyük ölçüde zorlaştırıyor çünkü 120’lik filmde dört kareniz var ve bir günde 20 rulo çekiyorsunuz ve bu zaten 200 dolar ediyor. Yani para veren biri olmalı ve sonra onlar da bir şeyi bitirmenizi bekliyorlar.

Ben bir Fuji panoramik makinesi kullanıyordum – sorun şuydu ki herkes o filmi üretmeyi durdurdu. Artık 220’lik film alamıyorsunuz ve fazladan yaklaşık 35 kilo taşımak zorunda kalıyorsunuz. Leica’ya gittim ve benim için dijital panorama olan bir makine yaptılar, bu da S2 oluyor, ve iki hat yaptılar ve onu siyah ve beyaza ayarladılar. Onunla ve filmli kamerayla birlikte 4 yolculuk yaptım. Son iki yolculukta Leica’yla daha fazla fotoğraf çektiğimi ve ondan daha çok keyif aldığımı fark ettim. Sonuç oldukça kıyaslanabilir. Lens birebir aynıydı. Temel fark, öncelikle filmi taşımanız gerekmiyor, onu işlemeniz gerekmiyor ve tüm o ağırlığı taşımanız gerekmiyor ve para bulmanız gerekmiyor. Dijital çok daha hassas ve netleme, netleme derinliği hakında daha fazla kontrol sahibiyim, ve çok daha yakından fotoğraf çekebiliyorum. Bu bana daha fazla imkan veriyor.

Magnum Photos. Fotoğrafçı Josef Koudelka. 1974.

S. Film taşıma ve geliştirmenin uygulamadaki unsurları dışında dijital ve film arasında herhangi bir fark var mıydı?

C. Benim için aynıydı. Sadece dijitalden daha çok keyif alıyorum. Bilgisayar taşımıyorum. Akşam içeri giriyorum, saat 12’ye kadar kameranın arkasındaki ekrana bakıyorum ve eleme yapıyorum.

Manzara fotoğrafçılığı harika. Yaşlandıkça birçok fotoğrafçının manzaraya başlaması tesadüfi değildir. İnsanları fotoğraflamak için yapmanız gereken belirli şeyler var – koşabilmeniz gerekir. İnsanları fotoğraflıyorsanız, her zaman bir şey peşinde koşuyorsunuz ve her zaman kaybediyorsunuzdur. Manzaralarda her zaman bekliyorsunuz. Çok daha rahatlatıcı.

Şu an 75 yaşındayım ve bu nedenle – dijital manzaraları 75 yaşında keşfederek – şunu söylüyorum: “Yaşasın devrim.” [“Viva la revolucion.”]

20 yıl önce Çekoslovakya’da aldığım bu küçük kitabı size göstermek istiyorum. Şef Seattle’ın 1854’te ABD başkanına yaptığı konuşmadır. Çok güzel. İsrail için geçerlidir.

Toprak insanlara ait değildir – insanlar toprağa ait olandır, diyor. Toprak annedir ve anneye olan oğluna da olacaktır. Toprağı satmakla ilgili soru budur. Annenizi nasıl satabilirsiniz, der – havayı nasıl satabilirsiniz – ve eğer toprağınıza tükürüyorsanız annenize tükürüyorsunuz demektir, der.

S. Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?

C. 1991 yılından bu yana üzerinde çalıştığım arkeolojik alanlar hakkında bir projem var. 19 ülkede 200’den fazla Yunan ve Roma arkeolojik alanını görmeye gittim ve üç yıl daha kaldı. Bu yıl onu Marsilya’da sergiledim ve sorun şu ki, ondan gelen tüm paralar filme ve prodüksiyona gitti. Bir kuruş [centime] kazanmadım.

Ama şimdi dijital kamerayla sadece biletimin parasını ödeyip kamerayı alıp istediğim yere gitme ihtimalim var. Her yerde yanlarında kalmama izin veren arkadaşlarım var. Böylece üç yılım daha var, sonra gerçekten önemli bir sergi ve iki kitap yapmak istiyorum. Kitaplardan birinde metin de olacak.

Fotoğrafçılığın başından beri herkes bu yerleri fotoğrafladı ama kimse neredeyse hepsini ziyaret etmedi.

S. Tüm bu yerleri ziyaret edip arkeoloji alanları ve insanlık tarihi hakkında düşünmeye bu kadar zaman harcayarak neler öğrendiniz?

C. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığını.

Hiçbir şey kalıcı değildir – bu aynı zamanda Çingenelerden öğrendiğim şeydi. Bresson bana sorunumun, geleceği düşünmemem olduğunu söylerdi, ve Çingenelerden öğrendiğim şey tam olarak buydu. Gelecek hakkında fazla endişelenmemek. Ve hayatta olmak için çok fazla şeye ihtiyacım olmadığını öğrendim. Bu yüzden para için hiç endişelenmedim çünkü geçmişte paraya ihtiyacım olduğunda ödünç aldığımı, böylece zamanımı kaybetmediğimi biliyordum.

Zaman, hayatta sahip olduğunuz tek şey, ve eğer yaşlanıyorsanız bunu biraz daha fazla hissediyorsunuz. Ama ben bunu tüm hayatım boyunca hissettim.

Invasion 68: Prag, Çekoslovakya. Ağustos 1968. Varşova Paktı birlikleri Prag’ı işgal ediyor. © Josef Koudelka | Magnum Photos

S. Röportaj yapmayı sevmediğinizi biliyorum ve neden fotoğrafçılık hakkında konuşmanın çoğunlukla banal olduğunu düşündüğünüzü anlıyorum.

C. Şimdi İsrail ve duvarla ilgili bu röportajı yapmak zorundayım ve böyle bir durumda iyi bir gazeteci size yardımcı olabilir. Sizi cevaplamaya zorlamak için bir soru sorar – böylece üzerine düşünmek için zamanınız olur.

İsrail’e gitmeyi planlarken Frédéric [Brenner] benim için filozoflarla ve hahamlarla görüşmeler ayarladı ve ben şöyle dedim: “Dinle, ben tüm bunları Komünist Çekoslovakya’da yaşadım. Yugoslavya’ya gitmeden önce, neler göreceğini öğrenmen gerekir demişlerdi.”

Ben bilgimi gözlerimden aldığımı söyledim ve eğer yeterince süre verilip yeterince bakarsanız, harika bir beyniniz olmasa bile – ki kendi beynim hakkında da öyle düşünmüyorum – belli sonuçlara ulaşırsınız ve ben de sonuçlara ulaştığımı düşünüyorum. Oraya gitmeden önce kimseyle konuşmak istemedim.

Ama Frédéric Brenner’a beni bunu yapmaya zorladığı için minnettarım çünkü beni bir insan olarak daha zengin yaptı.

S. Duvarın kendisi son derece çirkin. Onunla ilgili estetik anlamda tatmin edici hiçbir şey yok.

C. Mühendislikle ilgilenen birinin bu duvarı gördüklerinde çok iyi mühendislik olduğunu söyleyebileceğini hayal edebiliyorum. Ben uçakları severim ve çok duygusalım, ama bazı savaş uçakları da tatlı, güzel ama yine de çok korkunçlar. Bence çelişki bu.

Güzellik çok görecelidir, kişiden kişiye değişir ve güzellik her yerdedir, ve hatta güzellik trajedidedir.

Yunanistan’dan Arnavutluk’a geçen arabaya binmeye çalışan bir çocuk. Arnavutluk. 1994. © Josef Koudelka | Magnum Photos

Çeviri: Gamze Yılmazel

Kaynak: https://lens.blogs.nytimes.com/2013/11/20/josef-koudelka-a-restless-eye/


Röportajın birinci bölümü 19 Kasım 2013 tarihinde Lens’te yayımlanmıştır.

[Birinci bölümün Türkçe çevirisine buradan ulaşabilirsiniz.]

Düzeltme: Bu gönderinin orijinalinde “Filistinli Batı Şeria ve İsrail’i ayıran İsrail yapımı duvar”a atıfta bulunuldu. İsrail’in, Batı Şeria’dan İsrail’e Filistinlilerin geçişini kontrol etme olarak belirtilen amaçla geçtiğimiz on yılda inşa ettiği bariyer olarak bahsedilmeliydi. Fakat İsrail ve Batı Şeria arasında 1967 öncesi var olan sınır boyunca ilerlemek yerine büyük bir bölümü Batı Şeria bölgesini boylu boyunca kesiyor.

Leave a comment